SON DAKİKA

Suskun Medya – Son Dakika Haberler
Ayşe Gündüz

Tarihçi Yazar Kadir Mısıroğlu, Devlet Bahçeli’nin dilinde

Tarihçi Yazar Kadir Mısıroğlu, Devlet Bahçeli’nin dilinde
Bu haber 28 Ekim 2017 - 19:37 'de eklendi ve 50.532 kez görüntülendi.

Yeni Söz Gazetesi Yazarı Hasret Yıldırım‘ın bugünkü köşesinde;”Üstad Kadir Mısıroğlu, Devlet Bahçeli’nin dilinde” yazdı

işte O Yazıcısı

Gün geçmiyor ki, Üstad Kadir Mısıroğlu üzerinden bir haber uydurularak gündem yapılmasın! Bu rüzgâra Devlet Bahçeli bey de katıldı ve hezeyanları ile samimi Milliyetçileri mahzun etti! Hâlbuki Üstad Kadir Mısıroğlu’nun 1950’li yılların başında “Türk Milliyetçiler Derneği”nin Akçaabat Şubesi’ni bizzat açmasına hürmeten bile, böyle bir dava adamını emellerine alet etmemeliydi! Çünkü kendisi o vakitlerde kısa pantolon ile çelik-çomak oynuyordu!

Üstad Kadir Mısıroğlu merkezli, sistemli ve planlı “saldırı” hız kesmeden devam ediyor. “Rezillik” öyle bir vaziyet aldı ki, çaresiz ve şaşkın nâdanlar; evvelki hafta sabahtan akşama kadar başı dahi ağrımayan Üstad’ı, kalp krizi geçirtip hastaneye yatırdıktan sonra, vefat ettirdiler. Hattâ attıkları yalan ve iftirayı, öyle ballandırdılar ki; “rakı ve beyaz leblebi” eşliğinde, kutlama bile yapanlar oldu. Lâkin Üstad Kadir Mısıroğlu, Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı’nın Üsküdar’daki merkez binasında; canlı yayın ile cumartesi sohbetine başlayınca, “ayyaşlar” neye uğradığını şaşırdı! “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demeye kalmadan; ne mum kaldı, ne de ışığı…

 

Ekönömi Doktoru Devlet Bahçeli Bey Konuşuyor

Eee, mevzu Kadir Mısıroğlu’na saldırmak olunca, “Ekönömi” dalında “uç” çalışmalar yapmış (kendisi iktidar ortağı iken, İMF’nin eli cebimizdeydi) “Doktor Devlet Bahçeli” bey de, partisinin salı günkü grup toplantısında coştu… Hâlbuki kendisini, günümüzdeki “Türkçülerin En Ulusu” zanneden Bahçeli beyin, sıfatları ve adı soyadı bile Türkçe değil. Bâri ona hürmeten konuşma be Devlet bey! Her ne kadar alanı olsa da, adını bir türlü dosdoğru söyleyemediği (dili sürçüyor herhalde, insanlık hâli, kınamıyoruz) “Ekonomi” Fransızca, sıfatı “Doktor” Fransızca, ismi “Devlet” Arapça, soy ismindeki “Bahçe” Farsçadır… Geri kalan “li” eki de, isimden isim yapma ekidir. Vatana, Millete hayırlı olsun; Ekonomi Doktoru Devlet Bahçeli…

Peki, ne dedi Devlet Bahçeli bey? Milliyetçi ve Muhafazakâr kanada saldırmaktan keyif alan, Oda Tv’nin haberinden okuyalım: “Cumhuriyet, demokrasiyi geliştiren, şu ana kadar bulunmuş en iyi sistemdir. İçinden geçtiğimiz şu günlerde, bu devlet yapılanmasının tahribata maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Milli mücadeleyi kötülemek için fırsat kollayanların, hatta ‘keşke Yunan galip gelseydi’ diyenlerin varlığı utanç vericidir. Bunlara bir delinin hezeyanı, bir küstahın uydurması mı diyelim? Diyemeyiz, zirâ dilimiz kurur. Aksi halde kanımız çekilir. Atatürk’e sövmek bunların mesleğidir, son yıllarda bu zevatın sayısındaki artış da dikkat çekicidir. Bunlar her şey olsalar da adam olamazlar, insan olamazlar, Türk ise asla olamazlar. Cumhuriyet düşmanlarının maskesi düşmüştür.” [Oda Tv-“Devlet Bahçeli’den Kadir Mısıroğlu’na: Adam Olamaz, İnsan Olamaz, Türk İse Asla Olamaz” serlevhalı haber. 24 Ekim 2017]

Yunan Galip Gelseydi, Kıyafetimize Dokunmayacaktı

Şunun neresinden başlayalım da, neresine, ne cevap verelim? Hususiyetle “Keşke Yunan Galip Gelseydi” sözü pelesenk oldu bunların dilinde… Arkadaş, Üstad Kadir Mısıroğlu bu konuda defalarca malumat vermesine rağmen, neden tekrar tekrar aynı “zırva” üzerinden kafa ütülüyorsunuz? “Yunan Galip Gelseydi” bu Aziz Milletin başına gelen felaketlerin hiç birine düçâr olmazdık! Bu kadar açık ve net! Misal mi istiyorsunuz? Misali de kalbiniz ferahlasın diye, M.Kemal ve İ.İnönü Paşaların sağlığında yaşananlardan verelim de, açık kapı kalmasın. Ne olur, ne olmaz; siz uçan kuştan medet umarsınız… Sadece, “kıyafet üzerinden acı bir misali” nakledelim… Yoksa bu makaleye günler değil, aylar da yetmez!

2596 sayılı “Bazı Kisvelerin [Kıyafetlerin] Giyilemeyeceğine Dair Kanun”; 3 Aralık 1934 günü, Meclis’te görüşüldükten sonra, oybirliği ile kabul edilerek kanunlaştı. “Din ile devletin ayrılığını ve dini değerlerin devlet hayatı dışında, sırf vicdani bir nitelikte kalıp memleketin devlet hayatında dinin hiçbir etkisi olmamasını, yani laiklik esasını devrimin ve rejimin ana ilkesi tanımış olan Cumhuriyet Hükûmeti; bu yolda attığı adımların doğal bir sonucu ve gereği olarak, ruhanilerin dini kıyafetlerini ancak ayinler sırasında taşıyıp, ayinler dışında herhangi bir bireyin taşıyabileceği kıyafetlerde bulunması konusunu gerekli görmüştür.”

Bizde, mevzuun aleyhinde ufak-tefek karşı duruşlar dışında ses çıkmamasına rağmen; Yunan Devleti’nin en üst makamı açıklama yaparak, dini kıyafetlere kısıtlama getiren kanunu tel’in ediyordu. Bu açıklamayı dönemin ve rejimin medya silahlarından biri olan Uyanış / Servet-i Fünun Mecmuası [13 Aralık 1934, Nu: 1999/314], şöyle haberleştirmiştir: “Büyük Ulus Kurultayının son günlerde kabul ettiği; hocaların, papazların, dışarda dini kisve ile gezemeyeceği kanunu, birçok yerlerde fuzuli münakaşalara sebep oldu.

Yürüyen Türk inkılâbının, [Alaturka musiki yasağı ile] meyhane musikisinin ölümünden sonra kabul ettiği bu kanunu, bütün ulusu candan bir saygı karşıladı. Bu kanunun fazla asabiyet uyandırdığı dost Yunan hükümetinin, resmi ve gayri resmi bütün gazeteleri; bu mühim mevzua ait makaleler yazarak, bunu dostluğu bozacak bir sebep olarak iddia ettiler. Hatta birçok büyük resmi memurların, bu kanun dolayısiyle memuriyetlerini terk ettikleri rivayeti de işitildi.

Topraklarımızda yaşayan bazı ecnebilerin, bu kanunu büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını da yevmi gazetelere olan beyanatlarından öğrendik. Filhakika Türkiye, şarkın senelerden beri, mütevekkilâne yaşadığı bu dini hayatın tamamen ortadan kalkması, yürüyen Türk inkılâbının her gün biraz daha genişlemesi ile yeni bir devrin tamamlandığını dünyaya anlatmaya çalışıyor.

Bu mühim mesele etrafında bilhassa meşgul olan, eski dost Venizelos, Girit adasından Yunan gazetelerine gönderdiği makalesinde diyor ki: “Türk-Yunan dostluğu çok nazik bir devreye gelmiştir. Benim devrimle başlayan mesut dostluk, çok iyi bir raddeye gelirken, evvelâ küçük san’atların yalnız Türklere hasredilmesi ve onu müteakip son dini kisvelerin kaldırılması bu dostluğu sarsmıştır.

Aziz dostum General İsmet’i yakinen tanırım. Kendisiyle maraton yolunda iki milletin daima beraber çalışması, müşterek kararlar vermesi hususunda tamamiyle mutabık kalmıştık. Türklerin çok şuurlu ve iyi ellerle idare edildiklerinden eminim. Atatürk, İsmet İnönü, Tevfik Rüştü Aras çok yüksek ve kıymetli şahsiyetlerdir.

Bundan dolayı dini kisvenin hiç olmazsa Patrik için daimi olarak kalmasını, diğerleri için de daha müsait bir hal suretinin bulunmasını temin edeceklerinden ümidvârım. En sonra şunu da ilâve etmek isterim ki; İstanbul’ da beyanatta bulunan Papa Eftim’in, ortodoks kilisesiyle hiçbir alâkası yoktur.”

Yunan gâvuru dediğimiz adamlar; Patriklerinin, Papazlarının kıyafetine böyle sahip çıkıyor. Mevzuu, dostluğu(?) sarsacak seviyede ehemmiyetli görüyor. Bizimkiler dediğimiz adamlar da; Allahu Teâla’ya dayanan bir dini hayatın tamamen ortadan kalkması, devam eden Türk inkılâplarının her gün biraz daha büyümesi sonucu, yeni bir devrin tamamlandığını, yeni bir düzen kurulduğunu dünyaya anlatmaya çalışıyor. Güler misin, ağlar mısın? Yunan gelse, dini kıyafetlere yapacağı muamele ne olurdu, varın siz düşünün artık!. Bizimkilerin neler yaptığını gördük zaten, Devlet bey…

Devlet Bahçeli Bey, “Cephenizi” Karşınıza Alıyorsunuz

Sözlerinizdeki, sizin karakterinizi ifşâ eden “Adam olamazlar, İnsan olamazlar”ı bir kenara bırakalım; “Türk olamazlar” “Deli ve Küstah” diyerek Üstad Kadir Mısıroğlu’na saldırmayaydınız! Bahse konu olan Zât-ı Muhterem, Üstad Necip Fazıl’ın “Kim var? diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘ben varım’ cevabını verici ve her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur’ duygusuna sahip, bir dava ahlakını parıldatıcı bir gençlik…” hitabına direkt muhatap, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir avukat olmasına rağmen; hayatını Türk-İslam Davasına fedâ etmiş, Allah-Millet-Vatan düşmanlarına karşı yalın kılıç mücadele vermiş bir Serdengeçti, düşmanın büyüğüne savaş açmış bir dava adamı ve münevverdir…

Hiç olmasa, Üstad Kadir Mısıroğlu’nun, Ülkücü Hareketin en zirve mücadele adamları ile olan hukukuna ve onlarla beraber verdiği mücadeleye istinaden, o kelimeleri kullanmayaydınız! Ülkücü Hareket mensubu yiğitlerin fikir hayatında çığır açan, tamamının kütüphanelerinde baş eserler olan; Lozan Serisi (1965), Macar İhtilali (1966), Yunan Mezalimi (1966), Sarıklı Mücâhidler (1967), Moskof Mezalimi (1970), Musul Meselesi ve Irak Türkleri (1972), Ermeni Mezâlimi (1973), Osmanoğulları’nın Dramı (1974) gibi kitaplara hürmeten, ağzınızı açmayaydınız! 82-83 plaka sayıp tüylerimizi diken diken ederken; “Milli Mücadele hedefine ulaşmışsa, Lozan da zaferse; Kerkük’te yaşayan Türkmen kardeşlerimizi neden kurtaramadık? Lâkin bu topraklar bizim idiyse; buraları alamayan M.Kemal nasıl kahraman, Lozan ise nasıl zafer oluyor? Üstelik buraları verirken imzalanan antlaşmada, Musul Türkleri için azınlık hakları bile temin edilmedi. Bu nasıl iş?” suallerinin cevaplarını veremeyeceğiniz için konuşmayaydınız! 1950’li yılların başında kurulan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin Akçaabat Şubesi’ni bizzat açan bir delikanlıya; sizin doğum yılınız olan 1948 senesinden kinâye ile kısa pantolonla gezdiğiniz yılları gözünüzün önüne getirerek susaydınız!

Türklük Gurur ve Şuuru Nerede?

Hele bir de Yunan üzerinden, M.Kemal ve Cumhuriyet muhabbeti yapmanız yok mu, o da ayrı bir felaket!. Eğer mevzu “Türklük Gurur ve Şuuru” ise; Yunan Başvekili Venizelos, Yunan Harbi’nden “8 sene” sonra Türkiye’ye geldiğinde çekilen fotoğraflardaki (bunlar ortaya çıkanlar) vaziyete ne buyurursunuz? Birinde,  Dost(?) Venizelos’un kolunda, “Tek Adam” M.Kemal’in manevî kızı Afet İnan ve yanlarında da M.Kemal Paşa ile TBMM Başkanı Kâzım Özalp bulunuyor. Diğerinde de, yine Dost(?) Venizelos’un kolunda, “İkinci Adam” İ.İnönü’nün hanımı Mevhibe İnönü ve arkalarında da İsmet Paşa var… Biz, sizin kadar rahat konuşamıyoruz. Çünkü üzerimizde Demokles’in Kılıcı 5816 sayılı kanun var. Sadece kafanızda tedâi (çağrışım) yapması bakımından soruyoruz: “Bu resimlerde, dost(?) yunanlar ile (hâşâ) Kadir Mısıroğlu ve Hanımı olsaydı tepkiniz ne olurdu?”

“Yan cehennem yan, beş kamyon odunla geliyorum” diyor Ankaralı Namık… Bu resimlerin üzerine bir de kadeh tokuşturalım mı? Hem de kiminle biliyor musunuz? Yine Dost(?) Yunan Başvekili Venizelos ve Türkiye Cumhuriyeti Başvekili İ.İnönü ile… Ne zaman mı? Türk tarihinin gelmiş geçmiş en büyük muharebesi(?), Melhame-i Kübra namıyla ma’ruf; Sakarya Meydan Muharebesinin 10. Yılında, 1931 senesinde… Nerede mi? Yunan’ın çok tanrılı döneminin tapınak şehri Atina’da… (Resme bakınız!)

Dost(?) Yunanla, Ankara’da “Yunan Şarabı” İçmek

Hemen hayıflanmayın canım; “orada kadeh tokuşturuyoruz da, burada neden tokuşturmuyoruz” diye… Aynı manzara, bir sene evvel de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ve inkılâpların beşiği olan Ankara’da gerçekleşmişti; hem de Yunan şarabıyla!. Ne büyük şeref?!.

M.Kemal’in uşağı Cemal Granda anlatıyor: “Atatürk, işte ilk Türk-Yunan dostluğunun temellerini o gün [29 Ekim 1930] atmıştı. Venizelos’la köşkteki görüşme iki saat kadar devam etti.

Ertesi gün, Gazi Orman Çiftliği’nde misafir şerefine otuz kişilik bir yemek verildi. Yemek çok samimî bir hava içinde geçti. Yunan Başbakanı, Atina’dan gelirken bir sandık şarap hediye getirmişti. Atatürk’te misafir Ankara’dan ayrılırken, bir kafes içinde beyaz renkli çok güzel bir Ankara kedisi hediye etti.” [Turhan Gürkan-Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri, Fer Yayınları, 1971-İstanbul, 1.Baskı, Sayfa:107]

İnsanın, Yunan harbinin bittiği 1922 senesi temel alındığında “Madem, bu kadar kısa vakitte kadeh tokuşturacaktık; bunca savaşmalar-vuruşmalar, denize dökmeler(?), şehitler ne için verildi arkadaş? Yoksa İngiliz menşei bir tiyatro’nun oyuncuları mı olduk?” diyesi geliyor. Az daha zorlasak, 5816 sayılı kanun ne der acaba?

Kafamız çok karışık Devlet bey! Sizin de, kafanız karıştı mı bilmiyoruz! İşte biz bunlarla dertlendiğimiz için linç ediliyoruz. Size tavsiyemiz, herkes işini yapsın! 3-5 alkış, birkaç rey için yapmacık hareketler ve laflarla, birilerine şirin gözükmeye çalışmasın! “Ülkücü Hareketin Serdengeçti”si, Osman Zeki Yüksel diyor ki: “Bu Vatanı biz kurtardık, bu Milleti biz yarattık dediler. Yaradan’a sığındık, sustuk… Bizi susturdular… Lâkin, artık susmuyoruz! Konuşuyoruz, konuşacağız! Milli Hareket başlamıştır.”

Etiketler :
POPÜLER FOTO GALERİLER
SON DAKİKA HABERLERİ
İLGİLİ HABERLER
SON DAKİKA